Ne garip daha dün kulağımızda “Merhaba, merhaba. Şehr-i Ramazan, merhaba.” ilahisi vardı. Bugünse. “Elvede, elveda. Şehr-i Ramazan elveda.” diyoruz. Zaman ne kadar hızlı geçti. Bunun 2025 yılı Ramazan’ının 29 çekmesiyle bir ilgisi yok. Vaktin bereketini kaybettik azizim.
Vakit gibi geri dönüşü olmayan bir hazineyi ekranlar karşısında harcaya harcaya zamanı da kendimize küstürdük anlaşılan. Hızlı geçiyordu zaten, şimdi ışık hızında geçiyor.
Derler ki yaşlılara “Dünyada ne kadar yaşadın?” diye sorsan sana asla yaşlarıyla mutabık bir tarih söylemezler. “Sanki üç gün.” deyip geçerler. Çünkü kâmil yaşa ulaştıklarında zaman konusunda öğrendikleri tek gerçek, zamanın akıp geçen bir şey olduğudur. Peygamber Efendimiz (sav) de ömrü tarif ederken, “Bir atlının bir ağacın gölgesinden geçmesi kadardır.” buyurur. Bu örnek hiç de gelişi güzel verilmiş bir örnek değildir. Bir düşünün, hızlı koşan bir at bir ağacın gölgesinden kaç saniyede geçer? Daha önce bir ata binmediğim için size cevap veremeyeceğim ama bildiğim bir şey var. “Çok ama çok kısa bir sürede.” Nasıl diyor büyüklerimiz “Göz açıp kapayıncaya kadar.”
İşte size en güzel delil Ramazan. 26 x 24: 624 saat ne zaman geçti?
Şimdi içinde Kadir gecesini saklayan son günlere girdik. Daha bir uyanık olmak lazım. Uyanık olmak derken tilki kurnazlığını kast etmedim. Rasulullah (sav) Ramazan’ın son günleri gelince ibadetlerini arttırır, coşkun ırmaklar gibi cömert olurmuş. Özellikle yalınlaşma ve yalnızlaşma ibadeti olan itikâfa çekilir, vaktini tefekkür, murakabe ve muhasebe ile geçirirmiş. Muhasebe dediysem paranın ana faktör olduğu finansal muhasebeden bahsetmiyorum. Nefis muhasebesinden bahsediyorum. Nedir “nefis muhasebesi”? Hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çekmek. İster inanılsın ister inkâr edilsin kaçışı olmayan gerçeklerin karşısında başını kuma gömmenin bir mantığı yok. Hepimiz ilahi mahkemenin huzuruna çıkarılacağız.
Ramazan oruç, teravih, Kur’an okuma, fidye, fitre gibi pek çok ibadeti içinde barındıran bir aydır bilirsiniz. Bunlardan biri de itikaf ibadetidir. İtikaf; güçlü bir sünnet uygulamasıdır. Genellikle cami, mescit gibi yerlere -hanımlar evlerinde de girebilir- ibadet niyetiyle gidip birkaç saat dünyadan uzaklaşma, Rabbine yaklaşma, namaz, dua, zikir ve tefekkürle meşgul olma eylemidir. Modern Psikoloji insana “Dünyada koştururken yavaşla.” diyor ya iste itikâf bir yavaşlama çabasıdır. İnsan ancak yavaşlarsa çevresinde hızlı geçen şeyleri fark eder. Bu aslında basit bir kuraldır. Hızlı araba kullananlar yanlarından hızlıca geçen araçların hızını anlayamazlar. Çünkü onlara süratte denktirler. Eğer aracınızı şehirlerarası yolda kenara çekerseniz –ki bunu tavsiye etmem- yanınızdan geçen araçların hızlarını daha net fark edersiniz. Ramazan’ın sonuna gelmişken mutlaka az da olsa itikâfın tadına bakın derim.
Ramazan sonrası bayram. Öyle cins cins şeker depolayıp bayramı hepten tatlıyla özdeşleştirmemek gerek. Bu bayram Fıtır Bayramı. Fıtrattaki şükür ve paylaşmanın ortaya çıktığı, bayram namazından evvel ihtiyaç sahiplerinin gözetildiği ve evdeki her can için baş sadakasının verildiği bir bayram. Büyüklerin ziyaret edilip hayır dualarının alınacağı, kabirlerdekilerin bile unutulmayacağı bir bayram. Küslerin barışacağı, uzaktakilerin geleceği, küçüklerin harçlıklarla ceplerini dolduracakları bir bayram. Bu bayramı pamuk şeker tadına indirgeyemeyiz. O yüzden “Şeker Bayramı” değil Ramazan (Fıtır) bayramı bu. Eğer midemizi esas alırsak kurban bayramı da “Et bayramına” döner. Ben bayramı ikram edenin ona yüklediği manaya bakarım. Bayram günleri Müslümanların önce namazda buluştukları, sonra bayramlaşıp hasbihal ettikleri, bir sofra başında birleştikleri ve kendilerini bayrama ulaştıran Allah’a bol bol şükrettikleri bir zamandır. Bu bayramda ülkelerinde bayram sevincini yaşayamayan Filistinli, Myanmarlı ve Doğu Türkistanlı kardeşlerimizi unutmayalım. Onlar için soframıza bir tabak koyamasak da en azından dualarımıza alalım. Tez vakitte ağız tadıyla bayram edecekleri güzel günlere kavuşabilmeleri niyazıyla…