Hazırlayan: Şener Bülbül
Bugün dünya yalnızca askeri cephelerde savaşmıyor. Toplumlar; kültür, tüketim ve sağlık üzerinden de hedef alınmakta. İran, İsrail ve ABD üçgeninde büyüyen çatışmalar bir coğrafi üstünlük mücadelesi gibi görünse de, gerçekte bu savaşın satır aralarında bizler de hedefiz. Bombalarla değil ama ürünlerle, raflarda sunulan tercihlerle, soframıza kadar gelen gıdalarla savaşın görünmeyen cephesindeyiz.
Bu yazı, emperyalizmin raflara gizlenmiş yüzünü teşhir ederken, Türk milletinin öz değerlerinden biri olan çaya yeniden sarılmanın neden bir tercih değil, bir zorunluluk olduğunu anlatmak için kaleme alındı.
1. Coğrafi Savaşlar Kadar Kültürel ve Tüketim Savaşları da Var
İran’ın direnci, İsrail’in işgalleri ve ABD’nin gölgesindeki küresel tahakküm, yalnızca siyasi veya askeri değil; ekonomik ve kültürel bir işgalin tezahürüdür. Ve bizler, bu işgalin içinde Amerikan patentli içecekleri içerken, İsrail menşeli paketli ürünleri tüketirken, aslında bu savaşın kurbanları olmaya devam ediyoruz.
Bu devletler silahla değil, markayla geliyor. Bayrak sallamıyor, kargo kutularıyla giriyor evimize. Küresel zincirlerin reklamları; bir kahveyi "özgürlük", bir abur cuburu "modern yaşam" olarak pazlarken aslında bizim özümüze, bedenimize ve irademize nüfuz ediyorlar.
2. Ürünlerle Gelen Sessiz Zehir: Sağlığımız Neyi Tükettiğimizle Şekilleniyor
Küresel menşeli gıdaların çoğu yüksek oranda şeker, kimyasal katkı, GDO, suni aroma ve bağımlılık yapıcı içerikler barındırıyor. Amerikan menşeli gazlı içecekler, trans yağ içeren atıştırmalıklar, hormonlu süt ürünleri; sadece çocuklarımızın sağlığını değil, neslimizin dengesini de bozuyor.
İsrail menşeli bazı tarım ürünleri üzerinde yapılan bağımsız analizlerde toksik kimyasalların sınır üstü olduğu defalarca kanıtlanmışken, bunlar hâlâ raflarımızda boy gösteriyor. Ne için? Çünkü bu ürünlerin arkasında sadece ticaret değil, planlı bir yönlendirme var. Bizi zayıflatmak, köksüzleştirmek ve bağımlı kılmak için sağlığa değil pazarlamaya yatırım yapıyorlar.
3. Çay: Sadece Bir Bitki Değil, Bir Tavırdır
İthal kahveler, özenti markalar, plastik şişeler arasında unutulan ama hâlâ toprağımızda yeşeren bir mucize var: Türk çayı.
Rize’nin sisli dağlarında, Artvin’in yamaçlarında alın teriyle yetişen çay; ne katkı maddesi ister ne dış patent. Ne Amerikan laboratuvarlarında test edilir, ne İsrail ambalaj fabrikalarında paketlenir. O çay, bu milletin doğrudan kalbine akar. Her demli bardak, bin yıllık bir kültürün sesidir. Her yudum, özümüze dönüşün simgesidir.
Çay kıraathanelerde halkı bir araya getirir; kahve zincirleri gibi bölmez, sınıf oluşturmaz. Çay; gösterişsizdir, doğaldır ve halktan yanadır. Bu yüzden çay, bizimdir. Ve bu yüzden çay önemlidir.
4. Yerli Malı Tüketmek, Bugünün En Sessiz Ama En Etkili Direnişidir
Dışa bağımlı ekonomilerin kaderi; kriz, enflasyon ve işsizliktir. Ama içeride üreten, dışarıya güvenmeyen, kendi ürününe sahip çıkan bir millet; ne yaptırım tanır ne de aç bırakılır.
Yerli malı tüketmek; savaş uçakları kadar güçlü bir kalkandır. Sadece ekonomimizi değil, kültürel dokumuzu da korur. Bu yüzden sadece yerli üretimi değil, yerli zihniyeti de desteklemeliyiz.
Bugün bir markette “yerli” ürün yerine İsrail ya da ABD menşeli bir ürünü seçmek; yalnızca bir fiyat tercihi değil, bir kimlik tercihi haline gelmiştir. Ve biz, kimliğimizi çay bardağında, kıtlama şekerle, semaverle yaşatmaya devam etmeliyiz.
SON SÖZ: Bardaktaki Çay, Topraktaki Bağımsızlıktır
Emperyalizmin bombardımanı artık gökten değil, raftan yağıyor. Ve biz, Türk milleti olarak bu savaşın farkına varmalı, elimizdeki bardaktan başlayarak milli bir bilinç inşa etmeliyiz.
Çay yalnızca bir içecek değildir. Çay; bu toprakların emeğidir, inancıdır, geçmişidir ve geleceğidir. Çay tüketmek, emperyalizme atılmış bir tokattır. Bu toprakların ürününe sahip çıkmak; köklerimize, geleceğimize ve onurumuza sahip çıkmaktır.
Unutmayalım: Bizim çayımız var. Bizim toprağımız, bizim emeğimiz, bizim irademiz var. Çünkü bu çay önemli. Çünkü biz bu toprakların evlatlarıyız.